— O çomağı ben de yesem (такой дубиной если бы и я получил; yemek — съесть, получить /удар/), dört ayaklı olurdum (четвероногим бы стал)!..

 

Tek ayaklı kazlar

 

Nasreddin Hoca yine bir gün karısına bir kaz pişirterek bunu alır ve hediye olarak Timurlenk'e götürür. Ama yolda dayanamaz, kazın bir ayağını yer.

Timurlenk güzelce kızartılıp pişirilen kazdan memnun kalır. Ama bunun bir ayağının noksan olduğunu görünce:

— Bu kazın, öbür ayağı ne oldu? diye sorar.

Hoca şaşırır, şöyle bir etrafına bakar. Az ötede birkaç kazın tek ayakları üzerinde tünemiş olarak güneşlendikleri gözüne ilişince:

— Bizim Akşehir'de kazlar tek ayaklıdır devletlim! der. İnanmazsanız bakınız!

Tabii Timurlenk bunu yutmaz. Adamlarından birine kazları kovalamasını emreder.

Adam elindeki çomakla kazlara vurunca, kazlar, öbür ayaklarını da meydana çıkararak kaçmaya başlarlar. O zaman Timurlenk:

— İşte yalanın ortaya çıktı. Hoca, der. Hani kazlarınız tek ayaklıydı?

Nasreddin Hoca hemen cevabını yapıştırır:

— O çomağı ben de yesem, dört ayaklı olurdum!..

 

Ölmüş eşek

(Умерший осел)

 

Hoca'nın eşeği ölmüş (у Ходжи умер осел: «осел Ходжи умер»; eşek — осел, ölmek — умирать). Kapının eşiğine oturmuş (сел он на пороге; kapı — дверь, eşik — порог, oturmak — садиться), hüngür hüngür ağlıyor (плачет горькими слезами; ağlamak — плакать). Bir komşusu yaklaşarak sormuş (подошел /к нему/ один его сосед и спросил; komşu — сосед, yaklaşmak — приближаться, подходить, sormak — спрашивать):

— A Hoca, geçende karın öldü ağlamadın (недавно твоя жена умерла, ты не плакал; karı — жена). Bir eşek için ağlamak sana yakışır mı? (пристало ли тебе плакать из-за осла; yakışmakбыть к лицу, подходить) demiş (сказал; demek).

Hoca cevabı yapıştırmış (Ходжа ответил; cevap — ответ, cevap yapıştırmak — ответить):

— Nasıl ağlamam (как мне не плакать)! Karım ölünce (когда моя жена умерла) eş-dost hepiniz (все вы мои друзья; eş-dost — закадычные друзья) etrafımı sardınız (меня окружили; sarmakобвязывать, обнимать, etrafı sarmak — окружать); "Üzülme Hoca (не расстраивайся, Ходжа; üzülmek), biz sana daha iyisini buluruz" (мы тебе еще лучше найдем; daha — еще, iyi — хороший, bulmak — находить) dediniz (говорили вы; demek). Ama şimdi bir müslüman çıkıp da (а сейчас никто: «ни один мусульманин» не вышел; çıkmakвыходить): "Hoca ağlama, sana daha iyi bir eşek alırız" demedi (и не сказал: «Ходжа, не плачь, мы тебе еще лучше осла купим; ağlamak — плакать, almak — брать, покупать).

 

Ölmüş eşek

 

Hoca'nın eşeği ölmüş. Kapının eşiğine oturmuş, hüngür hüngür ağlıyor. Bir komşusu yaklaşarak sormuş:

— A Hoca, geçende karın öldü ağlamadın. Bir eşek için ağlamak sana yakışır mı? demiş.

Hoca cevabı yapıştırmış:

— Nasıl ağlamam! Karım ölünce eş-dost hepiniz etrafımı sardınız; "Üzülme Hoca, biz sana daha iyisini buluruz" dediniz. Ama şimdi bir müslüman çıkıp da: "Hoca ağlama, sana daha iyi bir eşek alırız" demedi.

Buzağı iken koşarmış

(Теленком бегал)

 

Timurlenk boş vakitlerinde (Тимурленк в /свое/ свободное время; boş — пустой , свободный , vakit — время) ordusunu tâlim ettirir (свою армию заставляет тренироваться; ordu — армия , talim — подготовка , тренировка , etmek — делать , ettirmek — заставлять , приказывать делать) ve hem oyun (и в игры /играть/; oyun — игра), hem de (и; hem … hem — и … и) bir çeşit cenk tâlimi olan (являющийся видом военной подготовки: cenk — сражение , битва , война) cirit oynatırdı (заставлял метать дротики: «играть в копья»; cirit — дротик , копье , oynamak — играть , метать /о копьях/ , oynatmak — заставлять играть).

Bir gün (однажды) cirit oyununa (на метание дротиков) Hoca'yı da (и Ходжу) dâvet eder (приглашает; d âvet etmek). Bir hayvana binerek (на /какое-нибудь/ животное сев; binmek — садиться верхом) öyle gelmesini (чтобы /он/ приехал: «его приезд») tembih eder (сказал/приказал; tembih etmek — предупреждать, говорить , tembih — наставление, совет, внушение).

Nasreddin Hoca merhumun (покойный Ходжа) ise (же) böyle taraklarda bezi olmadığından (так как не имел к этому никакого отношения; tarakta bezi olmamak — не иметь никакого отношения / к чему - либо /) kötü bir düşünceye dalar (в грустные: «плохие» мысли погружается; düşünce — мысль , dalmak — погружаться , нырять). Ne yapacağını (что ему делать; yapmak — делать) bir türlü (никак) kararlaştıramaz (не может решить; kararlaştırmak). Nihayet ertesi günü (наконец, на следующий день; ertesi gün — на следующий /другой/ день) çift sürdüğü öküzünün sırtına (на спину быку, который пахал; öküz — бык, вол, çift sürmek — пахать, возделывать /землю/, sırt — спина) atlayarak (вспрыгнув; atlamak) ciridin oynanacağı (на метании дротиков) meydana gelir (появился; meydana gelmek — возникнуть, появиться).

Herkes (все) yerinde duramayan (которые на месте не могут стоять; durmak — стоять), rüzgâr gibi koşan (быстроногие: «как ветер бегающие»; rüzgar — ветер, koşmak — бегать) yağız atlarda (на вороных конях; yağız — вороной, at — конь, лошадь) iken (тогда как /все/ были) onun böyle hantal bir öküzün sırtında (на спине такого неуклюжего быка; böyle — так, такой, hantal — безобразный, неуклюжий) gelişi (его появление; geliş — приход, приезд), Timurlenk'i fena halde kızdırır (Тимурленка сильно рассердило; kızdırmak , fena hâlde — очень сильно: «в плохом положении/состоянии»):

— Hoca! der (говорит он). Cirit oyunu için (для метания копий) çok hızlı koşan (быстроногих), gayet atik (очень быстрых/проворных; gayet — очень) hayvanlara (на животных) binmek gerekirken (когда нужно садиться) sen ne diye (ты зачем) bu hantal ve zayıf öküzle (на этом безобразном и слабом быке; zayıf — слабый) geldin (ты приехал)?

Nasreddin Hoca boynunu büker (склоняет голову: «шею наклоняет»; boyun — шея, bükmek — гнуть, сгибать):

— Vallah devletlim (ей-богу, мой повелитель)! der (говорит он). Son yıllardaki (в последние годы; son — последний, yıl — год) halini bilmiyorum (его положение, состояние не знаю; hal — состояние, положение, bilmek — знать) ama (но), ben onun buzağı iken (когда он был теленком; buzağı — теленок) ne kadar çevik olduğunu (как /насколько/ был быстрым; çevik — быстрый, проворный) bilirim (я знаю). Öyle koşardı (так бегал) ki ona at değil, kuş bile yetişemezdi (что его не то что конь, даже птица не могла догнать: «не конь, птица даже не могла догнать»; kuş — птица, bile — даже, yetişmek — успевать, догонять, быть достаточным).

 

Buzağı iken koşarmış

 

Timurlenk boş vakitlerinde ordusunu tâlim ettirir ve hem oyun, hem de bir çeşit cenk tâlimi olan cirit oynatırdı.

Bir gün cirit oyununa Hoca'yı da dâvet eder. Bir hayvana binerek öyle gelmesini tembih eder.

Nasreddin Hoca merhumun ise böyle taraklarda bezi olmadığından kötü bir düşünceye dalar. Ne yapacağını bir türlü kararlaştıramaz. Nihayet ertesi günü çift sürdüğü öküzünün sırtına atlayarak ciridin oynanacağı meydana gelir.

Herkes yerinde duramayan, rüzgâr gibi koşan yağız atlarda iken onun böyle hantal bir öküzün sırtında gelişi, Timurlenk'i fena halde kızdırır:

— Hoca! der. Cirit oyunu için çok hızlı koşan, gayet atik hayvanlara binmek gerekirken sen ne diye bu hantal ve zayıf öküzle geldin?

Nasreddin Hoca boynunu büker:

— Vallah devletlim! der. Son yıllardaki halini bilmiyorum ama, ben onun buzağı iken ne kadar çevik olduğunu bilirim. Öyle koşardı ki ona at değil, kuş bile yetişemezdi.

 

Düşünür

(Думает)

 

Nasreddin Hoca (Насреддин Ходжа) Akşehir pazarında (на рынке в Акшехире: «на Акшехирском рынке»; pazar — рынок) bir adamın başına toplanmış olan kalabalığa yaklaşır (подходит к толпе, окружившей одного человека; adam — человек , toplamak — собирать , toplanmak — собираться , kalabalık — толпа , yaklaşmak — приближаться , подходить). Satıcı (продавец) elindeki kuşu (птицу, которая была у него в руке; el — рука , kuş — птица) satmaya çalışmaktadır (продать старается; satmak — продать , çalışmak — работать ; стараться , стремиться). Yandaki tavuklar (курицы рядом с ним; tavuk — курица) 5 akçeyken (в то время как были по 5 акче), kuşun fiyatı (цена птицы; fiyat — цена) 50 akçedir (50 акче). Hoca bir türlü fiyattaki aşırı farka anlam vermez (никак не понимает, почему цена так превышает стоимость других; türlü — различный , aşırı — чрезмерный , крайний , fark — отличие , anlam vermek — понимать ; anlam — значение , смысл) ve sorar (и спрашивает; sormak):

— "Hemşerim (/мой/ земляк; hemşire) bu nasıl bir kuştur (что это за птица; nasıl — какой) ki 50 akçe istersin (что 50 акче ты хочешь; istemek — хотеть)?"

— "Hoca efendi (господин Ходжа) bu bildiğin kuş değildir (ты не знаешь, что это за птица: «это не птица, которую ты знаешь»; bilmek — знать, değil — не) bunun özelliği var (она особенная: «ее /= в ней/ особенность есть»; özellik — особенность)".

— "Neymiş özelliği?" (какая /это/ ее особенность?; ne — что)

— "Hocam bu kuşa papağan derler (эту птицу зовут попугаем; papağan — попугай, demek — говорить, называть) ve konuşur (и /она/ разговаривает; konuşmak)."

Hoca hemen eve koşar (тотчас домой бежит; hemen — тотчас, сразу же, ev — дом, koşmak — бежать), kümesten hindisini kaptığı gibi (схватив в птичнике индейку; kümes — птичник, hindi — индейка, индюшка, kapmak — хватать) pazara döner (на базар возвращается; dönmek — возвращаться). Papağan satmakta olan adamın yanında durur (с человеком, продающим попугая, рядом становится; satmak — продавать, durmak — стоять, yanında — рядом; yan — бок) ve yüksek sesle (и громким голосом; yüksek — высокий, зд. громкий, ses — голос):

— "Bu gördüğünüz kuş (птица, которую вы видите; görmek — видеть) sadece 100 akçeye (всего за 100 акче; sadece — только), gel, gel! (подходи, подходи; gelmek — приходить)!"

Herkesten çok (больше всех; herkes — каждый, çok — много), papağan satan (продающий попугая /человек/) şaşar bu işe (удивляется этому: “этому делу”; şaşmak — удивляться, iş — дело, работа) ve sorar (и спрашивает; sormak):

— "Hocam 100 akçe çok değil mi bir hindi için? (100 акче не слишком ли много за индейку; için — за, для)"

— "Sen 50 akçeye satıyorsun ama (ты однако продаешь за 50 акче; ama — но, однако)?"

— "Dedim ya (я же сказал; demek — говорить, ya — уже) Hocam benim kuş (моя птица) konuşur ama... (ведь говорит; konuşmak) "

— "Öyleyse (в таком случае/ну если так), benimki de (то моя /птица/; benim — мой, de — и, же) düşünür (думает; düşünmek)!"

 

 

Düşünür

 

Nasreddin Hoca Akşehir pazarında bir adamın başına toplanmış olan kalabalığa yaklaşır. Satıcı elindeki kuşu satmaya çalışmaktadır. Yandaki tavuklar 5 akçeyken, kuşun fiyatı 50 akçedir. Hoca bir türlü fiyattaki aşırı farka anlam vermez ve sorar:

— "Hemşerim bu nasıl bir kuştur ki 50 akçe istersin?"

— "Hoca efendi bu bildiğin kuş değildir bunun özelliği var."

— "Neymiş özelliği?"

— "Hocam bu kuşa papağan derler ve konuşur."

Hoca hemen eve koşar, kümesten hindisini kaptığı gibi pazara döner. Papağan satmakta olan adamın yanında durur ve yüksek sesle:

— "Bu gördüğünüz kuş sadece 100 akçeye, gel, gel!"

Herkesten çok, papağan satan şaşar bu işe ve sorar:

— "Hocam 100 akçe çok değil mi bir hindi için?"

— "Sen 50 akçeye satıyorsun ama?"

— "Dedim ya Hocam benim kuş konuşur ama...»

— "Öyleyse, benimki de düşünür!"

 

Ağaç yürümezse

(Если дерево не ходит)

 

Nasreddin Hoca'ya yapılan sataşmalar tükenip bitmez (не заканчиваются ссоры с Ходжой; «для Ходжи сделанные поводы для ссоры не заканчиваются»; yapmak — делать, sataşmak — беспокоить, мешать, задевать, надоедать, tükenmek — кончиться, иссякнуть, bitmek — закончиться). Akşehirliler (жители Акшехира) bir gün Hoca'ya takılır ve sorarlar (однажды к Ходже прицепляются и спрашивают; gün — день, takmak — прикреплять, прицеплять, takılmak — привязываться, приставать, дразнить, говорить колкости, sormak — спрашивать)

— "Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir aslı var mıdır?" (Правду ли говорят, Ходжа, что ты великий праведник?: «Ходжа, говорят, что среди святых великим человеком ты являешься есть ли в том основание»; evliya — святой, угодник, праведник, kat — этаж, ряд, ulu — великий, kişi — человек, söylemek — говорить, asıl — основание, основа). Hoca'nın böyle bir iddiası elbette yoktur (Ходжа, конечно, это не утверждает; «у Ходжи такой претензии, конечно, нет»; böyle — такой, так, iddia — претензия, утверждение, elbette — конечно) ama bir kere soruldu ya (но раз уж он был спрошен) cevaplar (отвечает; cevaplamak):

— "Her halde öyle olmalı (во всяком случае, так должно быть; hal — положение, her halde — во всяком случае, olmak — быть)."

— "Böyle kişiler (такие люди; kişi — человек /обычно счетное/) zaman zaman mucizeler göstererek (иногда чудеса показывая; zaman — время, zaman zaman — время от времени, mucize — чудо, göstermek — показывать) bu özelliklerini herkese kanıtlar (эти свои особенности всем доказывает; özellik — особенность, herkes — каждый, kanıtlamak — доказывать; kanıt — доказательство, довод, аргумент). Hoca madem kabullendin (Ходжа, раз ты согласился; madem — раз, kabullenmek — принимать на себя, присваивать) göster bir mucize de görelim!" (покажи-ка нам чудо: «покажи чудо, а мы посмотрим»; görmek — видеть) Hoca:

— "Pekala şimdi size bir numara yapalım" (отлично = ладно, сейчас покажем вам номер), der (говорит; demek). Karşısında durmakta olan (напротив него стоящей; karşı — противоположная сторона, против, durmak — стоять) çınar ağacına (чинаре: «дереву-чинаре»; ağaç — дерево):

— "Ey ulu çınar çabuk yanıma gel (ей, великая чинара, быстро ко мне подойди; çabuk — быстрый, быстро, gelmek — подходить)!" der. Tabii ne gelen ağaç var ne giden (конечно, нет ни приходящих деревьев, ни уходящих). Hoca yürümeye başlar (Ходжа идет к дереву: «начинает идти»; yürümek — идти, başlamak — начинать) ağacın yanına varır (доходит до дерева; yan — бок, сторона, varmak — достигать). Akşehirliler (жители Акшехира):

— "Ne oldu Hoca (что случилось) ağacı getiremedin (дерево ты не смог привести; getirmek — приносить, приводить), kendin oraya gittin (ты сам туда пошел; kendi — сам)!" diye gülünce (смеясь; gülmek — улыбаться, смеяться), Hoca:

— "Bizde kibir yoktur (мы не гордые: «в нас надменности нет»; kibir — надменность, высокомерие), dağ yürümezse (если гора не идет; dağ — гора, yürümek — идти) abdal yürür (идет дервиш; abdal — бродячий дервиш)", der.

Ağaç yürümezse

 

Nasreddin Hoca'ya yapılan sataşmalar tükenip bitmez. Akşehirliler bir gün Hoca'ya takılır ve sorarlar:

— "Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir aslı var mıdır?" Hoca'nın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu ya cevaplar:

— "Her halde öyle olmalı."

— "Böyle kişiler zaman zaman mucizeler göstererek bu özelliklerini herkese kanıtlar. Hoca madem kabullendin göster bir mucize de görelim!" Hoca:

— "Pekala şimdi size bir numara yapalım", der. Karşısında durmakta olan çınar ağacına:

— "Ey ulu çınar çabuk yanıma gel!" der. Tabii ne gelen ağaç var ne giden. Hoca yürümeye başlar ağacın yanına varır. Akşehirliler:

— "Ne oldu Hoca ağacı getiremedin, kendin oraya gittin!" diye gülünce, Hoca:

— "Bizde kibir yoktur, dağ yürümezse abdal yürür", der.

 

Etmezsen etme

(Не примешь, и не принимай: «не сделаешь, не делай»)

 

Adamın biri (один человек; adam — человек, мужчина, bir — один), bir gün ağacın altında namaz kılıyormuş (однажды под деревом совершал намаз; ağaç — дерево, namaz kılmak — совершать, намаз). Ağaçta bulunan başka biri de (находившийся же на дереве другой /человек/; bulunmak — находиться, başka — другой) onu izliyormuş (за ним наблюдал; izlemek — следить, наблюдать). Namazını bitiren adam (закончивший намаз человек; bitirmek — заканчивать) daha sonra namazının kabul olması için Allah'a dua etmeye başlamış (позже начал молиться Аллаху, чтобы тот принял его намаз; daha — еще, sonra — потом, kabul olmak — быть принятым, приниматься, dua — молитва, dua etmek — молиться, başlamak — начинать).

— "Allahım sen namazımı kabul et (Господи, прими мой намаз)." Ağaçtaki adam (человек, который /сидел/ на дереве):

— "Etmem (не приму; «не сделаю»)", diye cevap vermiş (ответил; cevap — ответ, cevap vermek — отвечать). Adam şaşırmış (человек удивился; şaşırmak). Tekrarlamış (повторил; tekrarlamak):

— "Allahım sen kıldığım namazı kabul et (Господи, прими совершенный мною намаз)."

— "Etmem (не приму)." Adamın şaşkınlığı iyice artmış (удивление человека еще увеличилось; şaşkınlık — удивление, iyi — хороший, iyice — изрядно, основательно, artmak — увеличиваться, возрастать). Yine (опять):

— "Allahım sen namazımı kabul et", demiş (сказал). Ağaçtaki adam tekrar (человек на дереве опять):

— "Etmem", deyince adam sinirlenmiş (когда сказал, человек занервничал; sinir — нерв , sinirlenmek — нервничать , раздражаться).

— "Etmezsen etme (не примешь и не принимай). Zaten aptessiz kılmıştım." (и без того я совершал /намаз/ без омовения; zaten — собственно, и без того, aptes — /ритуальное/ омовение, kılmak — совершать)

 

Etmezsen etme

 

Adamın biri, bir gün ağacın altında namaz kılıyormuş. Ağaçta bulunan başka biri de onu izliyormuş. Namazını bitiren adam daha sonra namazının kabul olması için Allah'a dua etmeye başlamış.

— Allahım sen namazımı kabul et." Ağaçtaki adam:

— "Etmem", diye cevap vermiş. Adam şaşırmış. Tekrarlamış:

— Allahım sen kıldığım namazı kabul et."

— "Etmem." Adamın şaşkınlığı iyice artmış. Yine:

— "Allahım sen namazımı kabul et", demiş. Ağaçtaki adam tekrar:

— "Etmem", deyince adam sinirlenmiş.

— "Etmezsen etme. Zaten aptessiz kılmıştım."

 

Koyduğu yerde otlamak

(Пастись, где оставили)

 

Nasreddin Hoca bir gün (однажды: «один день») eşeğini (своего ишака, осла) önüne katarak (погоняя; önüne katmak — гнать, преследовать) dağa (на гору; dağ — гора), odun kesmeye (чтобы нарубить дров; kesmek — резать, рубить) gitmiş (пошел; gitmek). Bunları (их, т.е. дрова) eşeğine (на своего ишака) yükledikten sonra (после того как загрузил; yük — груз; ноша; вьюк; yüklemek) hayvana (животному; hayvan):

— Haydi, doğru eve (давай, прямо домой!; ev — дом)! Bakalım (посмотрим; bakmak — смотреть) sen mi (ты ли), yoksa ben mi (или я) daha çabuk (быстрее; çabuk — быстрый)) varacağız (доберемся; varmak), diyerek (сказав; demek) kestirme bir yoldan (кратчайшим путем; kestirme — прямой, кратчайший, yol — путь) evin yolunu tutmuş (направился домой; «дома дорогу стал держать»).

Fakat (однако) eve (домой) vardığı zaman (когда он вернулся; «время его возвращения»; varmak — добираться), eşeğinin hâlâ gelmemiş olduğunu görerek (видя, что его ишак все еще не пришел; gelmek — приходить, görmek — видеть), ondan önce (раньше) davranabildiği için (из-за того, как смог поступить; davranmak — действовать, поступать, вести себя) bir çeşit gurur duyarak (чувствуя своего рода гордость: «один вид гордости чувствуя»; duymak — чувствовать, слышать) beklemeye başlamış (ждать начал; beklemek — ждать, başlamak — начинать). Beklemiş, beklemiş (ждал, ждал), eşek hâlâ görünmeyince (ишак все не показывался: «все еще не был виден»; görünmek — быть видным, виднеться) meraka düşmüş (/он/ забеспокоился: «в беспокойство впал»; merak — беспокойство, любопытство, düşmek — падать). Yola çıkmış (на дорогу вышел; çıkmak). Yeniden (снова) dağa varmış (на гору вернулся: «до горы добрался»). Bir de ne görsün? (И вдруг, что он видит?: «что пусть он видит»). Eşek hâlâ (ишак все еще) onu ilk bıraktığı yerde (на месте, где его изначально оставил: «его сначала где оставил на месте»; ilk — впервые, в первый раз , bırakmak — бросать, оставлять) otlayıp durmuyor mu (не стоит ли, пощипывая травку; otlamak — пастись, щипать траву, durmak — стоять)?

Bu işe (на это: «на это дело») fena halde içerleyen (ужасно рассердившийся; içerlemek — сердиться) Hoca dayanamamış (не выдержал; dayanmak — выдерживать):

— Ne biçim hayvansın (что ты за животное?: «Какой формы ты животное?»)? diye (говоря) eşeği paylamış (ишака обругал; paylamak — отругать, отчитать; делить). Ben tâ eve kadar (я до самого дома) gittim (дошел; gitmek — идти, уходить), geldim (пришел). Sen ise (ты же) hâlâ (все еще) bıraktığım yerde (на месте, где я тебя оставил) otluyorsun (пасешься)!

Hoca merhumun bu sözü de (и эти слова покойного Ходжи: «покойного Ходжи и это слово»; merhum — покойный, söz — слово) atasözleri arasında yer almıştır (заняли место среди пословиц; atasözü — пословица, yer almak — занять место, almak — взять).

 

Koyduğu yerde otlamak

 

Nasreddin Hoca bir gün eşeğini önüne katarak dağa, odun kesmeye gitmiş. Bunları eşeğine yükledikten sonra hayvana:

— Haydi, doğru eve! Bakalım sen mi, yoksa ben mi daha çabuk varacağız, diyerek kestirme bir yoldan evin yolunu tutmuş.

Fakat eve vardığı zaman, eşeğinin hâlâ gelmemiş olduğunu görerek, ondan önce davranabildiği için bir çeşit gurur duyarak beklemeye başlamış. Beklemiş, beklemiş, eşek hâlâ görünmeyince meraka düşmüş. Yola çıkmış. Yeniden dağa varmış. Bir de ne görsün? Eşek hâlâ onu ilk bıraktığı yerde otlayıp durmuyor mu?

Bu işe fena halde içerleyen Hoca dayanamamış:

— Ne biçim hayvansın? diye eşeği paylamış. Ben tâ eve kadar gittim, geldim. Sen ise hâlâ bıraktığım yerde otluyorsun!

Hoca merhumun bu sözü de atasözleri arasında yer almıştır.

Neden şamarlamış?

(Почему дал пощечину?)

 

Nasreddin Hoca oğlunu (своего сына; oğul) çeşmeden su almaya (/чтобы /из источника воды взять; çeşme — источник, водоем, фонтан; almak — брать) gönderecekti (собирался отправить; göndermek). Çağırdı (позвал; çağırmak). Yanağına okkalıca bir şamar indirdikten sonra (влепив ему пощечину: «на его щеку увесистую пощечину опустив после»; yanak — щека, şamar — пощечина, indirmek — опустить ; okka — окка /мера веса равная 1,283 кг/)

— Oğlum (сынок; «мой сын»), al şu testiyi (возьми этот кувшин; almak — брать, testi — кувшин /глиняный/), kırmadan doldurup getir (наполни и принеси, не разбив: «не разбив, наполни /и/ принеси»; kırmak — разбивать, doldurmak — наполнять, getirmek — приносить), dedi (сказал /он/; demek)

Şamardan çocuğun canı fena halde yandığı için (так как от пощечины ребенку было очень больно; çocuk — ребенок, fena hâlde — очень, canı yanıyor — ему /ей/ очень больно, ему очень жаль /кого-то/; can — душа, yanmak — гореть, için — из-за того, что…) ağlamaya başlamıştı (плакать начал; ağlamak, başlamak). İşe annesi karıştı (в дело его мама вмешалась; iş — дело, anne — мама, karışmak — вмешиваться):

— A efendi, dedi (ах, господин, сказала она), haksız yere (несправедливо, незаслуженно; haksız — несправедливый , hak — право) oğlanı neden şamarladın (мальчика почему ты ударил), canını yaktın (сделал ему больно: «его душу сжег»; yakmak — жечь, can(ını) yakmak — мучить, издеваться, наносить вред), günah değil mi (не грех ли это; günah — грех)?

Hoca:

— Senin aklın ermez (тебе не понять: «твой ум не постигнет»; akıl — ум, ermek — достигать, постигать, созревать). Şamarın acısıyla (из-за боли от пощечины: «болью»; acı — боль) dikkatli olur (он будет внимателен; dikkatli — внимательный, dikkat — внимание , olmak — быть), testiyi kırmamaya çalışır (постарается не разбить кувшин; çalışmak — заниматься, работать, стараться). Testiyi kırdıktan sonra (после того, как он разобьет кувшин: «после разбития кувшина») çocuğu dövmenin ne faydası olur ki? (какая польза будет бить ребенка; dövmek — бить, ne — что, какой, fayda — польза).

 

Neden şamarlamış

 

Nasreddin Hoca oğlunu çeşmeden su almaya gönderecekti. Çağırdı. Yanağına okkalıca bir şamar indirdikten sonra:

— Oğlum, al şu testiyi, kırmadan doldurup getir, dedi.

Şamardan çocuğun canı fena halde yandığı için ağlamaya başlamıştı. İşe annesi karıştı:

— A efendi, dedi, haksız yere oğlanı neden şamarladın, canını yaktın, günah değil mi?

Hoca:

— Senin aklın ermez. Şamarın acısıyla dikkatli olur, testiyi kırmamaya çalışır. Testiyi kırdıktan sonra çocuğu dövmenin ne faydası olur ki?

 

Sen düştün

(Ты упала)

 

Nasreddin Hoca’nın bir gün (однажды) karısı (его /Насреддина/ жена; karı) ölmüş (умерла; ölmek). Bir ay sonra (через месяц) kocası ölmüş dul bir kadınla evlenmiş (он женился на вдове, муж которой умер; koca — муж, dul — вдова, вдовец, kadın — женщина, жена, evlenmek — жениться). Evlendiği kadın (женщина, на которой /он/ женился) Hoca’ya sürekli eski kocasını anlatıyormuş (Ходже постоянно о своем старом муже рассказывала; anlatmak — рассказывать). Yine bir gün (и опять однажды) yatakta kocasını anlatıyordu (в постели /своему/ мужу рассказывала; yatak — кровать, постель, anlatmak — рассказывать). İşte benim kocam şöyle yapardı (вот мой муж так делал; yapmak), böyle yapardı... (сяк делал) Hoca sinirlenmiş (Ходжа разозлился; sinirlenmek — нервничать, раздражаться) ve kadına bir tekme atmış (и пнул жену: «жене дал жене пинок»; tekme — пинок, удар ногой, tekme atmak — лягаться, брыкаться; atmak — бросать) ve kadın yere düşmüş (и жена упала на пол; yer — земля, пол, место, düşmek — падать). Kadın sormuş (женщина спросила; sormak)

— Aman (ох! ой! Боже!) Hoca niye attın beni (Ходжа, почему ты пнул меня).

Hocanın da cevabı hazır (у Ходжи ответ готов; cevap — ответ, hazır — готовый):

— Eee yatakta (в постели) bi sen yatıyorsun (/= bir sen/ и ты лежишь; yatmak) bi ben (и я) bide eski kocan (/= bir de/ и твой прошлый муж). Üçümüz sığamadık (мы втроем не уместились; üç — три, sığmak — вмещаться) sen de düştün… (и ты упала; düşmek)

 

Sen düştün

 

Nasreddin Hoca’nın bir gün karısı ölmüş. Bir ay sonra kocası ölmüş dul bir kadınla evlenmiş. Evlendiği kadın Hoca’ya sürekli eski kocasını anlatıyormuş.Yine bir gün yatakta kocasını anlatıyordu. İşte benim kocam şöyle yapardı, böyle yapardı... Hoca sinirlenmiş ve kadına bir tekme atmış ve kadın yere düşmüş. Kadın sormuş

— Aman Hoca niye attın beni.

Hocanın da cevabı hazır:

— Eee yatakta bi sen yatıyorsun bi ben bide eski kocan. Üçümüz sığamadık sen de düştün..

 

Eşek

(Осел)

 

Bir gün Hoca (однажды Ходжа) eşeğe yüzü arkaya bakacak şekilde yanlış oturmuş (по ошибке сел на осла задом наперед: «на осла его лицо назад глядя неправильно сел»; yüz — лицо, bakmak — смотреть, şekil — образ, yanlış — ошибка, ошибочный, oturmak — сидеть, садиться).
— Hoca, diye seslenir insanlar (говорят люди; seslenmek — говорить, insan — человек), eşeğine ters biniyorsun (ты сел на осла задом наперед; ters — наоборот, binmek — садиться верхом)!
Hoca,
— Hayır (нет), diye cevaplar (отвечает), eşeğe ters biniyor değilim (это не я неправильно сел). Eşeğin yönü ters (/это/ осел повернут не в ту сторону: «направление осла обратное»)!

 

Eşek

 

Bir gün Hoca eşeğe yüzü arkaya bakacak şekilde yanlış oturmuş.
— Hoca, diye seslenir insanlar, eşeğine ters biniyorsun!
Hoca,
— Hayır, diye cevaplar, eşeğe ters biniyor değilim. Eşeğin yönü ters!

 

Yüzme bilirsin değil mi

(Ты ведь умеешь плавать)

 

Hocanın iki karısı varmış (Было у Ходжи две жены; karı — жена). Bir gün (однажды) ''en çok hangimizi seviyorsun?'' (какую из нас ты больше любишь; hangi — какой, который, sevmek — любить) diye sorarlar (спрашивают; sormak) Hoca söylemek istemez (Ходжа говорить не хочет; söylemek — говорить, istemek — хотеть). Yeni karısı (новая /его/ жена):
— İkimiz de göle düşsek (если бы мы обе упали в озеро; göl — озеро, düşmek — падать), önce hangimizi kurtarırdın (которую из нас ты бы спас раньше; önce — прежде, kurtarmak — спасать)? demiş (сказала). Hoca eski eşine (Ходжа старой жене), ''sen biraz yüzme biliyordun değil mi (ты ведь немного плавать умеешь, не так ли; yüzme — плавание, bilmek — знать, уметь)?'' der (говорит; demek).

 

Yüzme bilirsin değil mi

 

Hocanın iki karısı varmış. Bir gün ''en çok hangimizi seviyorsun?'' diye sorarlar. Hoca söylemek istemez. Yeni karısı:
— İkimiz de göle düşsek, önce hangimizi kurtarırdın? demiş. Hoca eski eşine, ''sen biraz yüzme biliyordun değil mi? der.

 

Ben uyuyorum

(Я сплю)

 

Bir gün Nasreddin Hoca şehre gelip (однажды Ходжа в город приехав; şehir — город , gelmek — приходить , приезжать), bir arkadaşıyla birlikte handa kalmış (вместе с одним своим другом в гостинице остановился; arkadaş — друг , товарищ , birlikte — вместе , han — постоялый двор , kalmak — оставаться , останавливаться). Gece yarısı (в полночь: «полночь») arkadaşı sormuş (его друг спросил; sormak):
— Hocam, uyudunuz mu (вы заснули; uyumak)?
— Buyurun (пожалуйста/я к вашим услугам; buyurmak — приказывать, повелевать; соизволить, оказать честь, пожаловать /сказать, прийти, войти, взять и т. п./) bir şey mi var (что-то случилось: «что-то есть»; var — быть, находиться)?
— Biraz borç para isteyeyim (я бы хотел немного денег в долг; borç — долг, istemek — хотеть), demiştim (я вот говорил; demek — говорить).
Nasreddin Hoca derhal horlamaya başlayıp (моментально/сразу же начав храпеть; horlamak — храпеть, başlamak — начинать):
— Ben uyuyorum (я сплю)! demiş (сказал).

 

Ben uyuyorum

 

Bir gün Nasreddin Hoca şehre gelip, bir arkadaşıyla birlikte handa kalmış. Gece yarısı arkadaşı sormuş:
— Hocam, uyudunuz mu?
— Buyurun bir şey mi var?
— Biraz borç para isteyeyim, demiştim.
Nasreddin Hoca derhal horlamaya başlayıp:
— Ben uyuyorum! demiş.

 

Sana ne

(а тебе что)

 

Bir gün Nasreddin Hoca eve doğru yürüyormuş (однажды Ходжа Насреддин шел к дому; ev — дом, yürümek — идти) bir arkadaşı (один его знакомый; arkadaş) arkadan seslenmiş (окликнул /его/ сзади; arka — спина, задняя часть, seslenmek — говорить, окликать).

— Aman Hoca (эй, Ходжа) gördün mü (ты видел; görmek) biraz önce (чуть раньше; biraz — немного) geçen helva kazanını (проносимый горшок с халвой; geçmek — миновать, проходить, kazan — казан, горшок) ağzına kadar doluydu (был полон до краев; ağız — рот, край, dolu — полный).

Hoca istifini bozmadan (невозмутимо; istifi/ni/ bozmak — приходить в замешательство, istifini bozmamak — не смущаться , не обращать внимания , вести себя невозмутимо: «не портить, не рушить поленницу»):

— Bana ne (а мне-то что). Demiş (сказал; demek).

Arkadaşı (его друг):